Bir küreğe kürek diyen yazar, o küreği kullanmak zorunda bırakılmalıdır. Onun hak ettiği tek şey budur.
Oscar Wilde
Neden kimi yazarların kitaplarında güzel sözler vardır, kimilerinkinde yoktur? Güzel sözler, yazarın dili ekonomik kullanmasından doğar. O, eserinden gereksiz olanı atmış, sadece gerekli olanı almıştır. Bu yüzden özlü sözler, bir eseri kelime yığını olmaktan kurtaran sözlerdir. Onlar olmadan yazan bir yazar, hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan her şeyi anlatmak, her şeyi göstermek ister. Böylece bizi bir kelime kalabalığı içinde boğar.
Günümüzde yazarlar, eserlerini duyguyla yazmıyorlar. Bu yüzden bugün bir roman okuduğumuzda, o romandan fazlasını okumuş olmuyoruz. Başka bir deyişle günümüz edebiyatının bize söyleyebileceği bir şey yok. Ne aklımıza gelebilecek düşüncelerin özüne, ne de hissedebileceğimiz duyguların güzelliğine dair bir şey söylüyor, bize hep yabancı kalıyorlar. Onlar doğru dürüst tek laf etmeden sadece anlatmak usulünü keşfetmiş oluyorlar. Eğer yazarlar kitaplarında anlamlı sözlere yer vermek zorunda bırakılsaydı, asla bugünkü kadar çok kitap yayınlanmazdı.
Kötü edebiyat nedir? Halk neyi okumak istiyorsa ona sadece onu sunan edebiyattır. Her zaman sahte edebiyat, gerçek edebiyattan daha çok para kazandırmıştır. Ama hiçbir zaman sahte edebiyat bugünkü kadar gerçek edebiyat yerine konulmamıştı. Fikirlerden yoksun, sadece nesnelerin, kişilerin, olayların tasvirine dayalı bir edebiyat.. Kendiliğinden doğan, ortada hiçbir sebep yokken bile işlenen suç edebiyatı.. Bu tip edebiyattan yakında gerçek suçluların yazdıklarının daha ilginç görüleceği bir başka edebiyata geçeceğiz. Bu edebiyatta gerçeğe yer olmayacak. İşte yapacak hiçbir şey bulamayan, canı sıkılan okurların okumak için hep bu tür edebiyatın vasat kitaplarını seçmeleri bir tesadüf mü? Elbette çok kitap okuyan herhangi biri, söyleyeceklerini okuduklarına benzer bir şekilde dile getirebilir, nitekim çoğu yazarın yaptığı budur. Ama üslubunda yeni buluşlara yer vermek ancak popülerlikten uzak duran dâhilere özgüdür.
Bir akıl başka bir aklın içindekileri okuyabilir ama kalbin içinde ne olduğunu göremez. Onun ne yaptığını bize söyler ama neden yaptığını bilemez. Çünkü insanlar aynı şeyleri düşünebilir, aynı fikirde olabilir ama asla aynı şeyleri sezemezler. İşte bir sanatçıyı eşsiz kılan budur. Eğer bir sanatçının sezgisi yoksa o sadece başkalarının da görebildiği şeyleri görür, onları yazar. Bu onu bize gerçeklerden bahseden biri yapar ama ilginç kılmaz. Yazdıklarında olağanüstü şeyler bulmamızı sağlamaz. Sadece gerçek sanatçı, görmek için bakmaya gerek duymaz. Bu yüzden hep daha fazlasını görür. Sanatçı gözü eşyanın ruhuna nüfuz eder; edebiyatta sıradan bir gözün gördüğü şekilde gerçeğe yer yoktur. Kaldı ki, düşüncesi başkalarınkiyle aynı olan bir yazarın ne yazacağını tahmin etmek kolaydır. Onun kitaplarını neden merak edelim ki? Ama herkesten farklı bir fikre sahip olmanın ayıp karşılandığı bir yerde, bize kim özlü sözler bulup söyleyecek? Eşyayı olduğu gibi gören, bir düşünceyi herkesin aklına gelebileceği şekilde ifade eden günümüz popüler yazarları mı? Onlar bilindik şeyleri tekrarlıyor, bize değişik hiçbir şey sunmuyorlar. İşte bu durum o kâğıt karalayıcılarını bir zahmetten de kurtarıyor. Elbette hiçbir şey özlü sözler bulup söyleyemeyen bir yazarın nesrine büyük bir eser aşılayamaz. Evet, onların eserleri süslü püslü yazılmış, ama içlerinde hiç derinlik yok. Oysa güzel sözler, süslü cümleler demek değildir. Nitekim içinde hiç bir anlamın olmadığı bir cümleye istediğiniz sözcüğü ekleyebilir, onu türlü renklerle boyayabilir, süsleyebilir, kısaltıp uzatabilirsiniz; ama özlü sözlere bunu yapamazsınız. Çünkü onlar bir kaç kelimeyle bize çok şey anlatan sözlerdir. Bir yazar için böyle yazmak tanrının diliyle konuşmak gibidir. Türk edebiyatının en iyi şeyi ilan edilen Orhan Pamuk’un mükemmel yazdığını iddia edebilirsiniz; ama onun tanrının diliyle konuştuğunu söyleyebilir misiniz?
Özlü sözler, ruhumuzu arındıran sözlerdir; bunları bulup söylemek büyük yazarların harcı ise, ancak onlar çamurdan bahsederken o çamuru okurlarına sıçratmamayı başarabilir. Ama diğer yazarlar, neyle kirlenmişlerse okurlarını da onun içinde boğacaklar. Bu yüzden kötü edebiyat, kötü okur yetiştirir. İyi edebiyat, yayınevlerinin kasalarına daha az para girmesi demektir. O halde ey kitaplarının yayınlanmasını isteyen edebiyatçılar, kötü yazın! O zaman yazdıklarınız kapışılacak. El üstünde tutulacaksınız. Ama sen gerçek edebiyatçı, okur sana yüz çevirecek, bütün yayınevlerinin kapıları suratına kapanacak. Suçun ağır. Çünkü sen hiç kimsenin kötü bulmak elinden gelmeyeceği güzel kitaplar yazıyorsun. Hiç kimsenin kötü bulamayacağı kadar güzel bir şey yapan hiç affedilmez. Bu yüzden dehaya duyulan kinle ölçülebilecek başka bir düşmanlık yoktur. O halde kudretli bir yazarın kudretinden dolayı alkışlanmasını beklememeli. Bilakis o cezalandırılacaktır. Her zaman vasat şeyler yazanlar el üstünde tutulmuş, onların kitapları daha çok satmıştır. Okurun teveccühü hep bunlara gitmiştir. Çünkü yazar, okura bir cehennemden söz ediyorsa onu o cehenneme sokmamazlık etmemeli. Bizim gerçek edebiyat dediğimiz şeyde işte böyle bir cehennem gizlidir. Nitekim günümüz yazarlarına baktığımızda onları okumanın hiçbir tehlikesi olmadığını görüyoruz. Onları bu kadar sıkıcı yapan da bu ya..
Halkın kanaatlerini pohpohlamaktan öteye geçemeyen kimi kıskançlar, özlü sözler yazarını didaktik olmakla suçlarlar. Varsın didaktik olsun.. Eğer hayatımızı komedi yapan, onun bir ucundan tanrının diğer ucundan şeytanın çekiştirdiği bir şey olmasıysa, onun dehası hem cennette hem cehennemde açabilen bir çiçektir. O güzel sözler aracılığıyla bize aynı anda hem hoşumuza giden, hem gitmeyen şeyler sunar. Yıkarken aynı zamanda yapar. Evet, sözün sultanı olan bir yazar, anlamlı sözleriyle değerlerimize saldırsın ama bunu alelade bir kılıçla yapmasın. Eğer bunu yapmasaydı o zaman onun fırlattığı hiçbir ok kalbimize isabet etmezdi. Yaralarken şifa vermezdi.
Ne yazık ki, herkesin gazetelerde rastlanılan bir üslupla yazması, artık gazetecilerin de roman yazmasını mümkün kılmıştır. Bugün Balzac’tan bu yana kaç yıl geçtiyse romanda o kadar yıl geriye gidilmiştir. Onlar ki, yazarken çektikleri sıkıntıları okura da tattırırlar. Kitaplarını okumayı zahmetli bir iş haline getirir, kendi hayatlarını anlatırken bile canımızı sıkmayı başarırlar. Eğer bir yazar yeni şeyler bulup söyleyemiyorsa o anlatmak için kendi kendinden başka bir şey bulamaz. Heyecan uyandırmak için yapabileceği tek şey, başkalarının işlediği suçlara müracaat etmektir. Nitekim okurda bir duygu uyandıramayan edebiyat, onda dehşet uyandırarak kendini sattırmaya çalışıyor. Ya da bizi mahrem yatak odalarına davet ediyor. Her ağızda çiğnene, çiğnene sakız olmuş aşk ve suç konularını yazarların elinden alın, acizlik içinde onların hiçbir şey yazamaz hale geldiğini görün. Hayal güçleri işte bu kadar kısırdır. Tumturaklı, ağdalı sözler yazabilirler ama asla güzel sözler bulup söyleyemezler. Bir de kalkıp bunun alçakgönüllülükle bağdaşmadığını söylerler. Çünkü kibir gösterirlerse kendilerine hazır sunulan hayranlığı hak etmemiş olurlar. Bu yazarlarla yarışmak, timsahlar arasında yüzmek gibidir.
Akıl hikâyeyi tasarlar, kurgular, hayal gücü ona ruh kazandırır. Akıl taklit eder, hayal gücü yaratır. Hayal gücü ilham eder, düşündürmez. O halde ruhumuza dokunan şeyler, hep hayal gücüyle yazılmıştır. Onlarda hep yeni bir fikir vardır. Bu yüzden gerçek edebiyat bir duygu, fikir edebiyatıdır. Asla eskimez, geleceğe kalır. Oysa bugün kendi düşüncesinin doğru olduğunu kabul ettirmek isteyen güç, edebiyatta fikre savaş açıyor. Ona göre herkes aynı fikirde olsun ki, toplum daha kolay idare edilsin. Eserlerde güzel sözlere rastlamamamızın sebebi biraz da budur. Mozartlar değil Salieriler yetiştirerek yarına kalacak edebiyatın önünü kesiyor. Gerçek sanatçıyı yok etmeye çalışıyor. Kimi zaman mahvederek yapıyor bunu. Bazen de alkışlayarak, şımartarak, övgülere boğarak sanatçıyı öldürmeye çalışıyor. Örneğin İhsan Oktay Anar, büyük bir yazar olmasına karşın, kendisinden yüz çevrilmiş olsaydı her kitabında kendini tekrar eder miydi? Muhtemelen her eserinde farklı şeyler dener, üstesinden gelmek zorunda olduğu güçlük, onu yeni arayışlara iterdi. Ama şimdi hiç düşmanının olmamasının ona zararı dokunuyor; her alkış, onun gelecekteki hayatından çalıyor. Çünkü eseri tamamlanmamış olarak kalacaktır. Bu sözlerle bugün bize şanslı gibi görünen yazarların aslında şanssız olduklarını söylemek istiyorum. Çünkü düşmanlarımız bizi yok etmeye çalışırken, bilmeden yarınki hayatı armağan ederler bize. Bu onlara tanrının bir cezasıdır.
Dâhi yazarlar, muhteşem geleceği içine düştükleri yoksulluk karşılığında satın alırlar, diğerleri ise büyük geleceklerini şimdiki zenginliğe feda ederler. Ne var ki, bugünü yaşama kaygısı en iyi yazarlara bile sonsuz hayatı feda ettiriyor. Onları dostlarının bir kurbanı yapıyor. Bu yüzden ey yazarlar, bugün ikbale kavuştum diye sevinmeyin! Eğer insan kendisi cehenneme düşerse bu gülünçtür; onu cehenneme başkaları atarsa bu acıklıdır. Hayatta olsun, edebiyatta olsun herkes tarafından terk edilmeden tanrıya kavuşamazsınız. Tanrıyı görmek için tanrı kadar yalnız olmak gerek. Bunun için cehenneme atılmayı göze alın. En iyi yalnızlığı ancak orada bulursunuz.
Eğer ben de el üstünde tutulan bir yazar olsaydım, her kapıdan geri çevrilmeseydim ‘Tehlikeli Düşünceler’i asla yazamazdım. Okurların ya da yayınevinin baskısıyla, onları incitme korkusuyla bu kitabı yazarken asla bu kadar cüretkâr olmaz, kendimi bu kadar özgür hissetmezdim. Bu kitapla pek yüzeysel bulduğum Türk edebiyatına bir derinlik kazandırmak istedim. Ayrıca bugün hangi düşüncelerin tehlikeli olduğunun gelecek kuşaklara gösterilmesi gerekiyordu. Çünkü benim bir dinim yok. Ben kendi dinimi yaratır, ancak kendi yarattığım bir tanrıya inanabilirim. Ben bana yapılan kötülükte işte böyle fayda görüyor, başkalarına yapılan iyiliğe yeriniyorum. Çünkü acının kucağında yetişmeyen bir yazar olamaz. Eğer karşılığında ödediği bir bedel yoksa, bir yazarın kazandığı başarı diğer yazarlara büyük bir haksızlık gibi gelecektir. Ben bu haksızlıktan kendimi ayrı tuttum. Başkalarını değil kendimi feda etmeyi daha uygun buldum. Çünkü günümüz edebiyat dünyası, böylesi haksızlıklarla, kendi yetenekleriyle değil yayınevlerinin himmetiyle başarıya ulaşan yazarlarla doludur. Onların elde ettikleri zafer bile önlerine atılan bir sadakadan fazla bir şey değildir.
Elbette popüler edebiyat gibi zararlı bir edebiyat ortada dururken bu kitabımın tehlikeli görülmesi yine de vicdansızlık olurdu. Neden zararlıdır? Halkla hep aynı fikirde olduğu, onun düşüncesinden hiç ayrılmadığı, atalarına saygısızlık etmeye cesaret edemediği için zararlıdır. Bu tip edebiyatta süslü, tumturaklı, ağdalı sözlere yer vardır; ama anlamlı sözlere asla yer yoktur. Bu yüzden derinlikten yoksun olacak, hep sıradan kalacaktır. Çünkü bir olayı vuku bulduğu gibi anlatmak zorundasınız. Düşünceyi ise istediğiniz şekilde ifade edebilir, yeni anlamlara ulaşırsınız. Ama düşünceden yoksun edebiyat, nasıl olup da yeni anlamlara ulaşacak? Bir kral olmadığı halde krallık tahtında oturan yazarının başındaki taç, paslı bir teneke değilse nedir?
Her yazarın değerinin yazdıklarına değil de kitaplarını yayınlayan yayınevinin gücüne bakılarak değerlendirildiği günümüzde elbette kötü yazılmış bir eseri güzel göstermek mümkündür. Ama onun uzun süre güzel kalmasını sağlamak mümkün değildir. Ne de olsa bu tip edebiyat sadece insan davranışlarının nedenini açıklamakla yetinir. Gerçek edebiyat ise insan kalbinin içini araştırır, düşüncelerinin ardında sakladığı şeye ulaşmaya çalışır. Özlü sözler, anlatılan nesnelerin içindeki gizli ışığı ortaya çıkarır. O halde sadece güzel sözler yazarı yarına kalacaktır. Onun yaptığı türde edebiyat, aydınlanma edebiyatıdır.
Son olarak aydınlanma edebiyatını tek cümleyle tarif etmem gerekirse şunu söyleyebilirim: O içinde olduğu topluma ayna tutan edebiyattır. Sadece o, onun bütün renklerini aksettirir; bu aynayı tutamayan yazarların eserlerinde ise dünya hep siyah beyaz olarak kalır.
Bedrettin Şimşek
29-30 Mayıs 2011